6 Ocak 2012 Cuma

Oscar goes to The Artist, but…





Michel Hazanavicius yönetmen koltuğunda. Aktör Jean Dujardin aktris Berenice Bejo. Yıl 1927. Görüntü siyah beyaz. Sessiz bir film... Daha doğrusu sözsüz...
Sinemanın meşhur sesiz filmlerinden mülhem ‘The Artist’. Yönetmenin nostalji kokan filmi, sesli sinemaya geçişte her şeyini kaybedecek bir aktörün gururunu ve sözsüz film yapmanın psikolojisini anlatıyor. George Valentin’in (Jean Dujardin) ‘debelenip durmasını’nın -filmde Peppy öyle diyor- artık seyirciler için bir anlam ifade etmediğinin ve sinemanın yeni yüzlere ve ‘ses’lere ihtiyacının olduğu gerçeği karşısında kendi parasıyla çekeceği film bütün varlığını harcamasıyla mümkün olacaktır. Tek umudu filmin yapacağı gişedir ve Valentin hüsrana uğrar.
Dramın her türlü öğesi filmde bulunuyor. Aşk, ihtiras, göz yaşı, intikam, hırs ve sairi…
Peppy Miller’ın filmiyle aynı gün giren sessiz film sedasız bir ilgiyle karşılanır ve George Valentin, ismi kaybolmaya başlar.
Film bu dönemde önemli bir iş yapıyor ve 100 dakika boyunca seyirciyi ayakta tutabiliyor. Şimdinin sabırsız izleyicisinin bu kadar uzun süre ilgisini uyanık tutmak önemli bir maharet. Bütün bunlara rağmen çok iyi bir film diyemiyoruz. Hikâye çok basit. Görüntü zaten malum… Ve fakat Jean Dujardin’in yüksek performansıyla ‘en iyi erkek oyuncu’ ödülüne çok yakın olması muhtemel. Özellikle dans sahneleriyle…
Orijinal bir fikir; lakin öykünün sıradanlığı tat vermiyor. Her zaman olduğu gibi sinema sektöründeki iyi senaryo eksiği sürüyor.
The Artist, Cannes, Chicago, San Sebastian gibi uluslararası film festivallerini kazanan bir yapım olsa da ve hatta Oscar goes to… olsa da sinema salonunda keyifle izlenecek bir film; ama kült bir yapım olmaktan çok uzak.

Not: Filmde George Valentin’in köpeği jüri özel ödülü almalı bence.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder