8 Ağustos 2015 Cumartesi

NEYİN NE OLACAĞI BELLİ OLMAZ


“Dün de söylemişti.” dedi saatinihohlayıpsilenadam. Yanındaki saçlarınıkaldırmışamaşapkaaltınasaklamış 16-17 yaşındaki pembekocamankulaklıklı ergene bakarak.
Anons: “Yolcularımızın dikkatine! Trenimiz yapılan kazı çalışmaları nedeniyle on dakika gecikecektir.”
Anons İngilizce: “…”
Saatinihohlayıpsilenadam: “On gündür sıkıntılı meret. Alamadık ki bir döküntü ayağımızı yerden kessin. Nerdeee!”
O sırada yeraltında
Başkazıcı: “On gündür kazıyoz ne oldu? Hiç. Ben dedim mühendise. Sen ne anlarsın, dedi. Ben, dedim, yıllarımı verdim, dedim, mühendis bey, dedim. İşine bak, dedi. Bakıyoz on gündür. Ne oldu? Hiç. İznimizi de yaktı.”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
Başkazıcı: “Pikniğe gidecektik güya. Zehir etti. Semaver yakacaktık. Pehh.”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
Başkazıcı: “Odun ateşi ayrı bir tat veriyo. Dönerde de öyle mangalda da. Kömürle iyi olmuyo. Odun ateşi olacak. Şu işimiz bir bitsin ben seni bir pınarın başına götürecem. Bir ateş yakalım. Ateş yakmak önemlidir.”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
O sırada yerüstünde
Saatinihohlayıpsilenadam: “Emekli parasıyla nerden alıcan araba? Verdik ikramiyeyi oğlanın düğüne. Gelin de bi şeye benzese. Bi çay komaz. Zamane gençleri işte. Hey gidi heyyy!”
Saçlarınıkaldırmışamaşapkaaltınasaklamış ya da pembekocamankulaklıklı ergen: “Bi şee mi dedin amca? Iıı?”
Saatinihohlayıpsilenadam: “Saçın yumak yumak olur elinde kalır öyle şapka takma sürekli bi de kazık gibi dikmişsin. Yazık. Bak benim saçlarıma. Kaç yaşındayım ama sapasağlam. Şampuan bile sürmedim. Hep sabun.”
Ergen: “Ha.. Anladım. Haklısın.”
O sırada yeraltında
Başkazıcı: “Ulan biz boşuna mı kambur olduk? İki büklüm. Adam bi sorar nedir bu çöküntü, diye. Hemen burnunu kaldırıyo, kazalım! Kazalım. Bok var kazıyosun. Nasıl çizdin sen projeyi önce ona bak.”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
Başkazıcı: “Herif senin benim elli mislim maaş alıyo. Bi şey demiyom Allah daha çok versin, amma bi de bi selam ver kardeşim. Biz adam değil miyiz? Bakmadan geçmeler falan.
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
O sırada yerüstünde
Saatinihohlayıpsilenadam: “Elimde olsa alırım o kulaklığı evirir çevirir… Tövbe estağfurullah. Ne biçim gençlik? Sanki küfrettik herife. Hareketlere bak. Bir de uzaklaştı gitti. Terbiyesiz. İki kelam edilmiyor.”
Anons: “Sayın yolcular trenimiz gelmek üzeredir.”
Anons İngilizce: “…”
Saatinihohlayıpsilenadam: “Gelsin gelsin.”
O sırada yeraltında
Başkazıcı: “Gelsin gelsin. Ben ona gösterecem. Bu sefer öyle emre itaat yok. İtiraz edecem. Ben de rütbeliyim lan. Öyle son model arabaya binmeye benzemez. Malında gözümüz yok amma ne o üsten üsten bakmalar. Kamburuz diye mi?”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
O sırada yerüstünde
Saatinihohlayıpsilenadam: “Valla çok sinirlendim. Sen kimsin velet bana çemkiriyorsun. Gidip yakasını indireceğim. Daha ölmedik biz de.”
O sırada yeraltında
Başkazıcı: “Ahanda geliyor. Gelsin bakalım Şimdi madara etmez miyim ben onu.”
Başkazıcıolmayan: “Eeh!”
O sırada yerüstünde
Saatinihohlayıpsilenadam: “Hey bana bak!” Duymuyor ki… Hışşşt sana diyorum.”
Ergen: “Ne var be amca”
Saatinihohlayıpsilenadam: “Başlatma lan amcandan…”
O sırada yeraltında
Başkazıcı: “Mühendisbey bi selam yok mu? Burada bir şey yok kazıyoz amma.”
Mühendis: “Sen mi kazıyorsun? Konuşmaktan başka ne yapıyorsun kaç saattir.”
Başkazıcı: “Mühendisbey ayıboluyo ama…”
Bir dakika sonra televizyonda son dakika haberi

Saçlarınıtependentoplayıpbolpudralanmışgerginkadınsunucu: “Evet sayın seyirciler metro istasyonunda yaşanan çöküntüde elimize ulaşan habere göre hem yolculardan hem de kazı çalışanlarından ne yazık ki ölüm haberi var. İstasyonda bulunan muhabirimize dönüyoruz evet Halim sendeyiz.”

2/3

2 Ağustos 2015 Pazar

RUDO



Siz Rudo’yu tanımazsınız. Ya da tanır mısınız bilmem. Aslında ben de tanımazdım. Bilmek. Çoğu kere saçma geldiği için size fazla umursamadan yanından burun kıvırıp geçmişsinizdir. İnsanın ilk andan beri aklında olan bir sözdür o. O geride kalmış ama hep taşınmıştır. Taşınırken unutulmuş, buna aldırmamıştır. İnsan onu sözle şekillendiremez. Ellerinizi bükseniz içe doğru ve sonra kolunuzu kaldırsanız yukarıya ve çenenizle serçe parmağınıza değmeye çalışsanız dahi tam olarak taklit edemezsiniz. Sizi tanıyorum ve bu yüzden net konuşuyorum. Rudo iyi bir şeydir. Herkes biraz şeydir biraz da şey değildir. İzninizle bir köşeyi dönüp geleceğim ve burada sizi bulacağım. (…) Evet. Buradayız ve buradasınız. Size bakmama izin verdiğiniz ve size Rudo’yu anlatmama da izin verdiğiniz ve burada olduğunuz için sonsuz teşekkürler.
Bir babayla tanıştım. Gururluydu. Bazı uzuvları çalışmıyordu. Bu önemsizdi. Gözlerini bakmak için kullanıyordu. İnsan bakabilir. Rudo bakmaz. Bir anne yanında duruyordu ve yanakları kırmızıydı. Anne sonsuz kere anneydi ve Rudo anne değildir. Baba olmayı isterseniz olun ve anne olmayı isterseniz olun ama olacak bir şey bulamazsanız Rudo’yu örnek alın. O çok şeydir. Şimdi sessizce oturalım yere. Bir koltuğa, kanepeye, divana ya da iskemleye gerek yok. Yer bizim bir parçamız. O aslında bir tanıdığımız ve sizi çok seviyor şüphesiz. Biraz uzanın ve beliniz yere temas etsin. Temas önemlidir. (…) Evet. Rudo temas etmez. O kalıcıdır.
Ben kimim ya da babalarımız nereden gelmiştir diye çokça sorup atalarınızla övünmüşsünüz ve bu sağlam kaynak arama mücadelelerine girişmişsinizdir. Rudo için böyle sorunlar yoktur. Onun sorunu yoktur. O sizin gibi sorular sormaz, bütün cevaplar ondadır. Geceler boyu düşünen insanlar var ve düşsüz bir uykudur aslında istekleri lakin musahip noksanlığı yaşadıklarından içlerindeki bitmez tükenmez kaçıklıklarını geceyle boğmaya çalışırlar. Efsunlu bir karışım aradığınız dostum. Yanlış. Buyurmaz mısınız? Su kadar arı olmalı çare. Çareler çetrefilli olmaz. Rudo da saftır mesela.
Bir kelime başka bir kelimenin tanımlayıcısı olabilir pekâlâ. Sizin önadınız nedir? Birçok tavsiye verebilirim, bunları alabilirsiniz. Hayır. Karşılıksızdır. Kilo yapmaz.
Duralım.
(…)
Heidegger’i tanıyorsanız ve Rudo’dan habersizseniz bu sizin ayıbınız değil. Ben ve benim gibiler buradan kendilerine pay çıkarmalı. Özrümüzü kabul edin. Doğumlar ve ölümler kadar temizdir niyetimiz. Kişi zamana değdikçe kaybolur. Sizden bir ricamız Rudo’yu bir anla, takvimle sınırlandırmamanızdır. İşte bu gerçekleştiğinde siz de anlatabileceksiniz. Çağrıya kulak verin. Kaybedenler bölenlerdir şüphesiz. Bir toplam olarak varız. Avucunuzu açın ve bakın. Bir kirpi hikâyesi duymuşsunuzdur.  Gayrimeskûn bir köyde başını arayan kirpi dereye atmıştır kendini. Başım yoksa ben neredeyim, diye? Kirpinin aklına başını düşüren yılandır.
Bir türkü söyleyebilir misiniz? (…) Elbette şaka.
İzninizle.

Rudo’yu unutmayın.

0/3 

19 Temmuz 2015 Pazar

KÖPEK GİBİ UYUYORUZ




Birlikte bakalım.

Sarının ve dolayısıyla sıcaklığın yoğun olduğu bir görüntü. Bir oda ve bir adam, uzatmış ayaklarını uyukluyor. Bir müzik başlıyor adam bundan habersiz. İnce bir santur sesi duyuyoruz, pesten başlayan bir nota silsilesi. Türk müziğini andırıyor santurdan kulağımıza gelen. San-ta-ra-la-la-san-tu-ra-la-la…  Oda on beş metrekare, kapıdan odaya bakıyoruz ve kapının hemen karşısında ucuzca bir kaldıraçyatta adam yatıyor. Kapıdan baktığımızda netlik adamda ama flu birçok nesne var. Mesela sağ tarafta bir komodinin üzerinde vücuda sonradan konulmuş bir baş gibi tüplü televizyon ve odanın ortasında birçok irili ufaklı yiyecek içeceğin bulunduğu orta sehpa. Sehpanın sağında yani televizyonun daha ötesinde tekli koltuk, onun tam karşısında duvara dayalı bir masa iki sandalyeyle birlikte.

Adama yakınlaşıyoruz. Renklerimiz yine sarısıcak. Orta sehpanın üzerinden bakıyoruz bu sefer adama. Silik bir yüzü var adamın, sakalları ve bıyığı yok köselikten. Saçları, kıvırcık ve kısa. Kahverengilikten ve güneşten rengi atmış bir nesne gibi saçları. Ermeni bir burnu var ve ince hissiz dudakları. Gırtlağındaki elma her günaha yorulabilir. Çatlak dudaklarının arasından ağızının suyu akıyor yastığına doğru. Müzik biraz tizleşiyor ve sin-ti-ri-li-li sen-tö-rü-lü-lü…

Sehpanın üzerin adamın ağzına doğru yavaş bir hareketle ilerliyoruz. Santurun sesine adamın mırıltısı eşlik ediyor. Yazın tozlu güneşi odada, adamın etrafında uçuşuyor. Adam net bir şeyler söylemiyor. Dudaklarındaki ıslaklık içinden, söz içinden, ses içinden. Ağzından yukarıya doğru çıkınca gözkapaklarının altında gözlerinin bir oyana bir bu yana hareket ettiğini görüyoruz. Bu hareketliliğe dâhil oluyoruz. İyice yaklaştığımız gözlerinden düşe düşüyoruz.

Renk değişiyor, sarı grileşiyor ve santur ritmini hızlandırıyor. Yine kapıdan hareket ediyoruz ve biraz önceki odada adamın yattığı yerde bir beşik, beşiğin etrafında bir cibinlik içerisinde kıpırdaşan bir şey. Cibinliğe ve içeriye doğru giriyoruz. Adamın kafası bir çocuk vücudunda bulunuyor. Hem komik hem korkutucu bu görüntüye ulaşırken santurdan bir kahkaha sesi çıkıyor. Adam parmağını emiyor ve bize doğru bakıp gülümsüyor. Bir el uzanıyor adam doğru baktığımız yönden ve emdiği parmağına vuruyor. Ele vuran sesleniyor (ne kadın ne erkek sesi, santurun sesine daha çok benziyor): “Kaç yaşına geldin hâlâ parmak emiyorsun. Hayvan gibi şeyapıyosun ya.”

Aldığı darbeyle rüyadan gerçek zamana, sarıya dönüyoruz ve santur pes tona düşüyor. Adamı boylu boyunca görüyoruz. Gözlerini korkuyla açan adam uyandığı dünyayı algılamaya çalışırken yine sahibi görünmeyen bir el adamın omzunda bir tokat olup patlatıyor ve elin sahibi sesleniyor (yine santur sesi gibi): “Kaç saattir yatıyorsun, köpek gibi uyuyorsun, orucu uykuya tutturuyorsun.” Adam iki dünya arasında gidip gelirken ve aldığı darbeden dolayı çok sinirleniyor. Santurun tize çıkmasıyla beraber adama iyice yaklaşıyoruz ve adam ağzından tükürükler saçarak konuşuyor: “Hayvan gibi şeyapıyosunuz, bir rahat bırakmıyorsunuz, öğleni kıldım ikindiye çok var daha.” 



3/3